Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


!!!....DAREDEVİL...!!!
 
AnasayfaAnasayfa  sinemasinema  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Bİr Sevda Hİkayesİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
DaRk_PriNcE
admin
admin
DaRk_PriNcE


Mesaj Sayısı : 112
Nerden : V£NÜ$T£N
İş/Hobiler : ÖGRENCİ
Lakap : Mu
rap puanı : 12232
Kayıt tarihi : 28/12/07

Bİr Sevda Hİkayesİ Empty
MesajKonu: Bİr Sevda Hİkayesİ   Bİr Sevda Hİkayesİ EmptyC.tesi Ocak 12, 2008 11:46 am

Bugün sakin ve güzel bir
gündü. Görünüşte diğer günlerden farkı olmayan bir gün; ancak, hiç de
göründüğü gibi bir gün değildi. Bakmasını bilen için hiçbir zaman
günler birbirinin aynısı değildir. Çevreye kapalı gözle bakanlar olan
bitenden habersiz yaşadıkları için çevrelerinden hiçbir şeyin
değişmediğini söylerler. Aradan yıllar geçmesine rağmen görüştüğünüz
birine: “Ben oradan ayrıldıktan sonra neler oldu, ne değişti?” diye
sorduğunuz zaman genellikle: “Her şey bıraktığın gibi” cevabını
alırsınız. Bu sözün iki anlamı var: “birincisi, sana anlatmak
istemiyorum, ikincisi ise ben kör yaşıyorum....” Ne yazık ki bu gizli
cevaplardan çoğu zaman ikincisi doğru oluyor. Bundan şunu anlıyoruz ki
biz bir sürü körle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Bu insanların dünyayı
anlamaları ve ona karşı da tavır almaları da çok farklı oluyor. Onlar
dünyayı körlerin fili tarif etmesi gibi parça parça anlıyorlar, bu
yüzden de mutlu olmaları mümkün olmuyor. O bunları düşünürken karşı
balkondan bir müzik sesi geldi. Sonra etrafındaki çiçeklerin kokusunu
hissetti. Bir rüzgar esti, onun serinliği bütün vücudunu sardı. Balkona
baktı, çok güzel sarışın bir kız balkon demirlerine dayanmış gökyüzüne
bakıp müziğin ritmine uyarak başını sallıyor ve ara sıra ağzındaki
sakızı şişirip şişirip patlatıyordu. Önce kıza baktı. Sonra müziğe
kulak verdi. Çok yanık bir türküydü bu. Sonu hüsranla biten, acı bir
aşk hikayesinin türküsü.. Türküleri ve bunların hayatla olan sıkı
bağlarını düşündü. Hiçbir edebi tür Türküler kadar hayatı derinden
kavramıyordu. Yine hiçbir edebi tür Türküler kadar yaşanmamıştır. İşin
garibi, Türküler hep yanık, hep acıklıydı. Hemen hepsinin temelinde
gönül kanatan bir hikaye vardı. Bu yüzden de Türkülerimiz hep gözü
yaşlıdır. Onları dinleyenlerin de gönülleri kanar ve gözleri yaşarır.
Anadolu’da görev yaparken küçük bir kız çocuktan bir türkü dinlemişti.
Nişanlanan genç başlık parası biriktirmek için gurbete çıkar. Aradan
yıllar geçer. Başlık parasını biriktiren genç adam evine varır. İçeriye
girer onu kimse karşılamaz. Ev boştur ve terk edilmiş bir hali vardır.
Bir müddet sonra komşular onun etrafını alırlar. Genç adam onlara ana
babasını sorar. Ona iki mezar gösterirler: “Aha anay babay burda”
derler. Genç sarsılır, gözleri dalar, bir müddet geçer; bu sefer de:
“Ya nişanlım Fato nerde” der. Komşular birbirinin yüzüne bakarlar ve:
“O çoktan evlendi” diye cevap verirler. Gurbetten dönen bu insan kendi
köyünde gurbeti bulur. Ana babası ölmüş, sevdiği Fato’su başkasının
olmuştur. Artık o orada duramayacak ve çekip gidecektir. Çünkü başka
çaresi kalmamıştır.
Balkondan gelen sesteki Türkü de bundan farksızdı. O anda bunun gibi
binlerce, hatta yüz binlerce anlatılmamış sevda masalını düşündü.
Bunlar bilinen hikayelerdi, ya bilinmeyenler. Çevresindeki insanları
düşündü. Yanından gelip geçen bu insan selinde kim bilir ne acı fakat
anlatılmamış sevda hikayeleri vardı. Sonra kendini düşündü. Onu hala
yakan ve bir türlü peşini bırakmayan bir hikayesi yok muydu? Elbette
vardı; ama ne yazık ki bu hikayenin bir Türküsü bile yoktu.
Gözlerini uzaklara, çok uzaklara dikti. Önündeki beton blokları delen
bakışları çok uzak yıllara uzandı. İçinde çok ince bir sızı başladı. Bu
sızı yavaş yavaş bütün uzviyetini sardı. Öyle ki bir müddet sonra
baştan ayağa acı içinde kaldı. Bunca yıldan sonra hala aynı duyguları
duyuyor olmasına şaştı. Kalbi çarpıyor, sanki yeniden o güzel günlere
geri dönmüş gibi yüzü kıpkırmızı kesiliyor, dili tutuluyor, içi
daralıyordu. Yaşı altmışı geçiyordu. Aradan yirmi yıl geçmişti. O hala
yüreğini yakan bu aşkı içinden söküp atamamış, ondan kaçamamıştı.
Sevdiği kadını nerede ve nasıl tanıdığını hiç düşünmedi. Onu görmeden
sevmiş, ona deliler gibi bağlanmıştı. Aylarca konuşmuşlar,
telefonlaşmışlardı. Onu çok sevmişti, fakat, sevdiği kadın evliydi. O
da evliydi. Buna rağmen onu çok sevmişti. Kadın da bu duygulara
kayıtsız kalmamış o da onu tertemiz duygularla sevmiş, ona bağlanmıştı.
Bu çaresiz bir aşktı. Kavuşmaları, aynı çatı altına gelmeleri, birlikte
bir yuva kurmaları imkansızdı. İkisi de bunu biliyordu, bu çaresizliği
yenmeye güçleri yoktu. Kader onları koparılması imkansız bağlarla
ayrılığa bağlamıştı. Bu bağları koparmaya çalışmadılar. Biliyorlardı ki
bu bağları koparmaya çalıştıkça çaresizliklerini daha derinden
anlayacaklar ve daha çok acı çekeceklerdi. İlk buluşmalarını düşündü.
İstanbul’da buluşmuşlardı. İkisi de on sekizlik aşıklar gibi
heyecanlıydı.. Yanlarında daha üç kadın vardı. Bir müddet birlikte
konuştular, sonra kadınlar kalkıp onları baş başa bıraktılar... Adamını
dili tutulmuştu, hasretlisi yanındaydı. Ona istese dokunabilirdi; ama,
buna bir türlü cesaret edemiyordu... Dokunsa sanki elinden uçup
gidecekmiş gibi bir hisse kapılıyordu... Ona, canım, sevgilim sen benim
bir tanemsin, sen benim ömrümün anlamısın, sen benim ruhumsun, sen..
sen... ve daha bunun gibi dünyada ne kadar güzel şey varsa söylemek
istiyordu... Fakat boğazına bir şey düğümlendi... Bütün bu düşündükleri
orada takılı kaldı, bir türlü dudaklarından dökülüp o sevgili yare
ulaşamadı...

Kadın onunla pek göz göze gelmek istemiyordu... Nedendir bilinmez ama,
adam, her şeyin bittiğini düşünüyordu... Daha önceki konuşmaların
sıcaklığını bir türlü bulamıyordu... Ancak onu çok daha derinden
sevdiğini hissediyordu. Yüreğini büyük bir acı sardı. Gözleri doldu...
Ağlamamak için kendini güç tuttu... Kadın konuşmasını bekledi ve
dayanamadı: “Söyle” dedi. Adam önüne baktı. Konuşmaya gücü yoktu.
Konuşsa sesi ağlamaklı çıkacak ve kendini tutamayıp ağlayacak,
etraftakilere rezil olacaktı... Kadına: “gözlerime bakmıyor musun,
anlamıyor musun?” diyebildi... Kadın: “Elbette bakıyorum ve anlıyorum,
o kadar aptal değilim” dedi. Adam: “Bana doğru söyle, beni seviyor
musun?” diye sordu. Kadın: “evet” dedi... Çok mutlu olmuştu... Ama
içindeki azabı bu söz de dindiremedi... Biliyordu, bu ilk ve son
buluşmaydı... Kadın aynı şeyi düşünüyormuydu bilmiyordu... Belki onu
kırmamak için: “Gün doğmadan neler
doğar, bakarsın ilerde yine buluşuruz, yine görüşürüz” dedi... Bu pek inand! ırıcı gelmedi adama...

Ayrılma zamanı gelmişti. Kalktılar... Yürüdüler ve yemek yiyen diğer üç
kadının yanına gittiler. Adam: “Ben gidiyorum, siz yemek yiyorsunuz,
sofrada elinizi sıkmayım, tanıştığıma memnun oldum” dedi ve hemen
yanında ayakta duran sarışın kadının elini tuttu. Ona ne dediğini
bilmiyordu... Ayrıldılar... Adam giderken defalarca geriye dönüp o
güzel sevgilisine içi kan ağlayarak baktı... Ne yazık ki onun sırtı ona
dönüktü, yüzünü çok istediği halde göremedi...

Bu onların son görüşmesi olmuştu......
Saatlerce oturduğu yerden biraz zorlukla da olsa doğruldu. Evin
önündeki çiçeklere doğru yürüdü. Hepsine teker teker baktı ve hepsini
okşayıp sevdi. En sonunda bir sarı gülün önünde durdu. Onu eline aldı.
Eğildi ve derin derin içine çekerek kokladı. Yapraklarını tek tek
okşadı, sevdi. Yoldan geçenler bu yaşlı adamın çiçekleri ne kadar
sevdiğini düşündüler. Ona hayretle baktılar, gıpta ettiler. Ne yazık ki
hiç biri onun o sarı gülü neden bu kadar sevdiğini ve onu okşarken
içinde bir ateşin yandığını bilmiyordu. Gülün üzerine düşen iki damla
gözyaşını ise yaşlı adamın kendisinden başka hiç kimse görmedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bİr Sevda Hİkayesİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: AŞK BÖLÜMÜ :: Aşk Öyküleri-
Buraya geçin: